İSLAMA GÖRE VAROLUŞUN SIRRI NEDİR?

    İslama göre varoluşun sırrı nedir?

    Bu sırra bir tek peygamber ve peygamberler, dolayısıyla kutsal kitaplar üzerinden mi ulaşabiliriz?Peygamberlik kapısı kapanmış mıdır? 

    Yoksa bugünün insanları da peygamberler gibi miraca çıkıp hakiki bilgiye muhatap olabilirler mi?

 

Gelin, bu soruları, müslüman düşünce gruplarının cevapları üzerinden inceleyelim.  

 

    İslam düşünce geleneğinin varlık anlayışıyı idealist bir tasavvura sahiptir. Öyle ki kabule göre varlık, mevcut ve vücut olmak üzere iki kısma ayrılır. Mevcut, maddi alem anlamında kullanılırken vücut, manevi alem anlamında kullanılır.

    Dolayısıyla İslam Düşüncesinde var olan her şey, var olmak bakımından hem mevcuttur hem de vücuttur. Zira dinin yegane kaynağı olan insan da, hem mevcut hem de vücuttur. İnsanın mevcut varlığı, beden kavramı ile ifade edilirken vücut varlığı ise ruh kavramı ile ifade edilir.

    Maddi alem, varlığın görünen kısmı, dolayısıyla duyuya muhatap olan tarafıdır. Manevi alem ise maddi olanın aslı anlamında, duyuya muhatap olmayan, görünür alemin ardında bulunan ve kendisine çeşitli şekillerde ulaşılan gizli alemi yani asli alemi ifade eder.

 

     Biz, bu çalışmamızda, doktrinde de ziyadesiyle tartışılmış olan "Manevi aleme nasıl ulaşılmış? Bu aleme hala  ulaşılabilinir mi?"  gibi sorulara verilmiş olan cevapları ortaya koymaya çalışacağız. Lakin bu sorular, dolaylı olarak vahyin mahiyetine dair bir tartışmları da beraberinde getirdiği için yazımızın başında evvela vahyi tanımlamamız gerekiyor.

 

    Vahiy; maddi olanın, manevi olana ulaşıp, maddenin hakiki bilgisini elde etmek manasına gelir. Yani maddenin manasını, varlığın anlamını, dolayısıyla varoluşun amacını anlamak anlamına gelir. Daha somut bir ifadeyle, insanın tanrı ile iletişime geçerek tanrıdan nihai hakikatin bilgisini elde etmesi anlamına gelir. Dolayısıyla vahiy aldığını söyleyen peygamber, varoluşun bilgisine vakıf olduğunu da söylemektedir.

 

    Hemen bu noktada belirtelim; "Böyle bir iletişimin mümkün olup olmaması ayrı bir teolojik tartışma konusudur. Bu konu, bizim çalışmamızın amacının dışında kaldığı için biz, o kısma, burada değinmeyeceğiz. Bizim çalışmamız, vahyin kabulü üzerinden vahyin mahiyetine ve bugününe dairdir."

 

Vahyin nasıllığı üzerinde islam düşünce geleneğinde iki temel düşünce kalıbı mevcuttur. Bunlar ehl-i hadisin ve kelamcıların düşüncesi ile müslüman filozofların ve mutassavvıfların düşüncesidir.

 

Ehli hadis ve Kelamcılar, manevi alemin yegane bilgisinin kur'an da olduğunu düşünürler. Onlara göre manevi alana ancak dolaylı olarak ulaşılabilir. Bu yol da nakli (kur'an'ı) muhatap almaktır.

Bu iki grubun aralarındaki fark, kur'anın nasıl anlaşılacağı ve kur'anla birlikte hangi bilgi kaynaklarının da kabul edilebileceği üzerinden oluşur.

Ehl-i hadis sadece nakli bilgiyi bilgi kaynağı kabul ederken kelamcılar akli bilgiyi de bilgi kaynağı kabul ederler. Dolayısıyla biri nakli nakil ile açıklamaya çalışırken diğeri nakli akıl yahut aklı nakil ile açıklamaya çalışır.  Lakin her ikisinin de temel manevi alan bilgisinin kaynağı kur'an yani nakildir.

Dolayısıyla her iki gruba göre de manevi alemin hakiki bilgisine yalnızca peygaberler ve Hz peygamber ulaşmıştır. Diğer peygamberlerin manevi alemden getirmiş olduğu bilgiler değiştirildiği için de hakikate ulaşmanın yegane yolu, Hz Peygamberin manevi alemin kelamı olarak getirmiş olduğu yani hakikat bilgisinin yazılı olduğu Kur'anı muhatap almaktır.

Zira onlara göre; Hz Peygamberden sonra insanların, manevi aleme ulaşmasının imkanı ortadan kalkmıştır. Çünkü manevi alem kur'an olarak bedenlenmiş ve madde alemine intikal etmiştir. Bu düşünce; "manevi alemin bilgisi, kur'an olarak somutlanmıştır. Dolayısıyla artık ne kimsenin manevi aleme ulaşmasına gerek kalmıştır ne de bu aleme ulaşmanın imkanı kalmıştır. Hakikat bilgisinin tamamına kur'an ile ulaşılmıştır. Böylece artık mana alemine ulaşmaya gerek kalmadığı için peygamberlik kapısı da kapanmıştır.

 

Müslüman filozofların ve mutassavvıfların düşüncelerine gelince;

Filozoflara göre de mutasavvuflara göre de bu aleme ulaşmanın hala imkanı vardır. Çünkü ne mana tükenmiştir, ne de insanın o aleme ulaşabilmesinin yolu kaybolmuştur. Filozoflara göre peygamberler bu aleme akıl ile mutassavvuflara göre ise riyazet ve mücahede ile ulaştıkları için insanlar aynı yolu kullanarak bu aleme ulaşabilirler.

 

Bu iki cenahı ayrı ayrı ele alalım.

 

Filozoflara göre; peygamberler yahut filozoflar bu aleme akıl ile ulaşırlar. Zira akıl gücü ruhun en yetkin özelliğidir. Peygamberler de yetkin kişilerdir. Dolayısıyla bu aleme akıl ile ulaşmanın yolu her zaman açıktır.

Kişi düşünme becerisini tekamül ettirebilirse ve yetkin bir filozof olabilirse, mana yani metafizik aleme ulaşabilir. Böylece hakikat bilgisine de erişir.


Gelelim; Mutasavvıfların görüşlerine.

Mutasavvıflara göre; maddi alem, manevi varlıkların zihninde var olan ve tamamıyla sahte bir varlık alemidir. Varlık olarak ifade edilmesinin yegane sebebi sanal varlığıdır. Onlara göre nihai varlık sadece vücut yani manevi alemdir.

    Mutasavvıflar bu ontolojik  kabullerini "insanların idraki perdelidir" şeklinde ifade ederler. Zira onlara göre peygamberin idraki de perdeli idi. Ve peygamber miraç hadisesi ile sidretül müntehaya ulaştı. Böylece perde aradan kalktı ve yalnızca manevi alemin var olduğu bilgisine vakıf oldu. Onlara göre nasıl ki peygamber bir insan olarak perdeyi kaldırıp asıl bilgiye ulaşmış ise diğer insanlar da peygamberle aynı asla sahip oldukları için perdeyi kaldırıp manevi aleme ulaşması mümkündür.

    Mutasavvıfların bu düşüncesi, kelamcıların ve ehli hadisin geliştirmiş olduğu nübüvvet teorisine yani "Peygamberlik, kapısı kapandı. Manevi alana ulaşmanın imkanı kalmadı." düşüncesine muhalefet etmektedir. Onların nübüvvete karşı geliştirdikleri bu teorinin adı ise velayet teorisidir. Sufiler  bu teori ile  hala manevi aleme erişebilmenin imkanı bulunduğunu iddia etmişlerdir.

    Her ne kadar bu teori dönemin siyasi ve sosyo kültürel sebepleri nedeniyle saha sonra nübüvvet teorisine uydurulmuş olsa da, sufi paradigmanın manevi aleme ulaşılabileceği hakkındaki düşüncesi her zaman sabit kalmıştır.

...

Dolayısıyla varoluşun anlamı kelamcıların ve hadisçilerin nakli bilgiden ürettiklerine göre imtihan, filozofların akli bilgiden ürettiklerine göre bilgiye ulaşmak, mutasavvıfların riyazetle ulaştığına göre ise müşahededir / hakikati tanımaktır. 

Öyleyse manevi alemin bilgisi, kelamcılara ve hadisçilere göre netice, filozoflara göre amaç, sufilere göre ise müşahede için bir vasıta yani araçtır.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kanun ile Yasa arasındaki fark nedir?

Mitoloji, Ne İş Yapar?