Üç asır önce Felsefe, Bilim ve Din ne demekti?
Din ile felsefenin temel ayrımı epistemolojik sahadadır. Nihayetinde
sebepleri farklı olsada, din ile felsefe, -küçük farklarla- aynı erdemlerden
bahseder. Yine din ile felsefe arasında ontolojik sahada her ne kadar metafizik
anlamda belli başlı farklar bulunsada, her ikisi de aynı kabul ve ilkelerden
hareket ederler (var, vardır gibi.). Fakat epistemolojik sahaya geçildiğinde
aralarındaki fark bihayli belirginleşir. Öyle ki din, bilgi için, nakli otorite
kabul ederken felsefe aklı bilginin kaynağı kabul eder.
17. Yüzyıl öncesinde
bilimsel paradigma, felsefi paradikmaya içkindi. Dolayısıyla klasik felsefe
olarak adlanan bu dönem felsefesi, hakikatin hem nasılına hem de bizatihi
kendisine dair sonuçlar ortaya koyuyordu. Usul olarak; analoji (kıyas), tümden
gelim ve tüme varım metotlarını kullanan bu klasik felsefe, çift değerli
mantığın dogmatikliğini benimsemiş ve temellerini Parmanides'in "var
vardır, yok da yoktur" ilkesine yaslamıştır. Dolayısıyla bu dönem felsefesinin
izahı akla dayalıydı (rasyonelldi). Bu durumu; "bu dönemin felsefi
paradigmasının merkezi konumunda akıl bulunuyordu" olarak özetleyebiliriz.
Lakin bilimle içkin olması deney ve gözlemi de kabul ettiklerini ve bu
sonuçlardan da istifade ettiklerini göstermektedir.
17.yüzyıl
öncesindeki felsefe, bir olay ve olgu karşısında sadece olayın kendisini yani fiilini
konuşmakla kalmıyor, olayı meydana getiren fail üzerine de konuşuyordu. (Bu faili
tümel bir kalıp içine dahil edersek elbette ilah-i fail olarak adlandırmamız
gerekir.) Nihayetinde bu dönemdeki felsefe, rasyonel ölçütlerle düşünerek,
ontolojiye, epistemolojiye ve erdeme/değere dair sonuçlar elde ediyordu. Buna
ek olarak deney ve gözlem bilgisine de başvuruyordu. Bu, bilim ve felsefenin iç
içe olmasının bir sonucuydu.
Din ise ontolojik,
epistemolojik ve erdeme dair bilgilerini nakli bilginin kaynaklığını kabul
ederek ulaşan bir olgudur. Dolayısıyla her ne kadar muhtelif din tanımları
bulunsada bu tanımların ekseriyeti ortak bir nokta olan naklin otoritesinde
buluşuyordu. (Nakil illa bir yazılı kutsal kitap olmak zorunda değildir. Bazen
şifahi yolla aktarılan mitolojik varyasyonlar da olabilir.) Bu duruma ek
olarak, dinin mistik ölçütlerde kabul ettiği bir bilgi edinme çeşidi daha
vardır ki (bireysel kutsal tecrübesi/ilham ve vahiy) biz onu naklin kaynağı
olduğu için naklin içerisinde değerlendiriyoruz.
Diğer yandan bizim
tanımımıza tam olarak dahil olmayan farklı özelliklerde, tavırlarda, biçimlerde
ve işlevlerde de dinler bulunmaktadır. Lakin her birini felsefeyle ilişkisini
ortaya koyamayacağımız için biz bu bölümde yüksek nüfusa sahip dinleri itibara
alarak bir genellemeye gideceğiz ve bu genelleme neticesinde dini epistemolojik
zeminde ele alarak felsefeyle ilişkisini ortaya koymaya çalışacağız.
Felsefe ile din arasındaki en temel
benzerlik; her ikisinin de
faile ulaşma çabasıdır. Yani bir olay karşısında müsebbibe (faile)
odaklanmalarıdır. (O dönem felsefenin dahlinde olan bilim ekstra olayın
nasılına da kafa yorar.) Diğer yandan felsefe ve din insanlığın ortak sorusu
olan "nereden geldim, nerdeyim ve nereye gideceğim" sorularına cevap
bulmaya çalışır hatta bulduklarını idda ederler. Lakin biz bu konuyu da faile
dair konuşmanın içerisinde değerlendiriyoruz. Nihayetinde faile dair konuşmak,
nihai hakikatten bahsetmektir.
Felsefe ile din arasındaki en temel ayrım ise; bilgiye ulaşmada otorite kabul ettikleri naslardan
kaynaklanır. Öyle ki felsefe aklı, din ise nakli otorite kabul etmektedir. Bir
diğer anlamıyla din kaynağı itibariyle ilahidir (naklidir), felsefe ise beşeridir.
Dolayısıyla felsefenin varlık, bilgi ve ahlaki sonuçları akıldan sudur ederken
dinin sonuçları nakilden sadur etmektedir.
Lakin burada
belirtmek mecburiyetindeyiz ki; bu ayrımlar, bizim din ve felsefi tanımlarımıza
binaen yapılmıştır. Biz burada ölçüt olarak en genel din ve felsefe tanımlarını
itibara almaya çalıştık. Buna rağmen gerek dinin mahiyeti gerekse felsefenin
mahiyeti bizim kabul ettiklerimizden çok
daha kapsamlıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder