Bakışsal Çelişki
İnsanlar, bir fikri muhatap
aldıklarında o fikri yapılarında ağır basan sistemle yorumlarlar. Öyle ki Ali Şeriati
psikolojik sahadan yorumlanır, İbn Arabi ise sosyolojik sahadan. Hatta hz Peygamber rasyonel ve
pozitivist sahadan, Aristo ve Spinozo mistik sahadan yorumlanır. Böylece
sonuçta ne mütefekkir anlaşılabilir, ne de fikirleri idrak edilebilir. Dolayısıyla yeni
fikirler de üretilemez. Sonsuz bir kaos...
Aslında düşünce bozuluştan (kaostan) doğar, bu
yönüyle bozuluş oluşun var edicisidir lakin düşüncenin doğduğu bu bozuluş, kendi
içinde bir oluşa (düzene) sahiptir. Öyle ki bozuluş farklı türdeki tez ve
antitezlerin sonucudur ve bu sonuçlar için her tez ve antitez kendi sistemi içerisinde tutarlı olmalıdır. Oysa farklı alanların idrak edilememesinden dolayısıyla karıştırılmasından doğan kaos,
düşünceyi meydana getiremez. Üstelik var olan düşünceyi de anlamlı kılarak oluşa neden olamaz.
Öyleyse olması gereken bir fikri; bir şahsa, bir düşünceye ve bir sınıra hapis etmemektir. Lakin bu, bir bilimi diğer bir bilimle anlamaya çalışmak anlamına gelmez. Her sistemi kendi içerisinde değerlendirmeyi, dolayısıyla birden fazla hakikatin mevcudiyetinin kabul etmek gerekir.
Sosyal bilinç, bireysel şuur, kollektif akıl, ontoloji, epistemoloji vs. hem bir ve kendi içerisine hapsolmuşlardır, hem de ayrı ve özgürdürler. Lakin akıl, bunları anlamak ve anlamlandırmak için mutlak suretle ayrıştırmak zorundadır. Büyük insan ve düşünürlerin birden fazla yönünün bulunması bu çokluğu idrak etmiş olmalarından kaynaklanır.
Söz gelimi -dini lider olmasını bir kenara bırakırsak- Hz Muhammed büyük bir insandır. Nihayetinde hem bir sosyologtur, hem psikologtur, hem filozoftur, hem siyaset bilimcidir hem savaşçı ve komutandır hem de hepsinden üstün olarak bir mistiktir. Dolayısıyla ona nereden bakarsanız, o baktığınız yerden bir yetkinliği ile karşılaşırsınız. Ali Şeriati sosyal yönünden bakmış, İbn Arabi ve Mevlana mistik yönünden bakmış, Mustafa Kemal savaş sanatı ve strateji yönünden bakmış, Nietzsche ise ahlaki yönden bakmış ve hepsi yetkin bir insan gördüklerini itiraf etmişlerdir.
Lakin her biri baktıkları alanın dışından bakanların fikirlerini muhatap aldıklarında -daha doğrusu bu sorun onlarda değil onların peşinden gidenlerde açığa çıkmıştır- Hz Muhammed'in yahut onun yetkin olan yönünü ortaya koyan mütefekkirin eksik ve hatalı olduğunu söylemişlerdir. Söz gelimi bugün ehl-i tasavvuf Ali Şeriatının bildiği gibi bir Peygamber yok demekte olup aynı söylemi Ali Şeriati cenahı da Ehl-i tasavvuf için sarf etmektedirler.
Dolayısıyla objeye (Hz Peygabere) birden fazla bakacak alan olduğu kabul edilmez ise bütünsel bir bakış geliştirilemez. O halükarda da ya peygamber tutarsız bir meczup olarak nitelenir ya da her perspektif erbabı diğerini hainlik (peygamberi yanlış tanıtmakla) ile suçlar. Oysa çelişki görünen de yahut görenlerde değil, görenlerin birden fazla yönün mevcudiyetini kabul edemeyen zihinlerdedir.
Oysa bu çeşitlilik bazı oryantalistlere Hz Peygamber'in peygamber olabilme ihtimali olduğunu itiraf ettiriyor. Çünkü oryantalistler görevi gereği, tüm bu alanlara ayrı ayrı bakmalarını zorunlu kılıyor ve onları bütün bakışları içerisine alan geniş bakışı sorunlu kılıyor.
Öyleyse yapılması gereken aklın ayrıştırma usulünü (aklın atomist yapısını) kullanmak ve ayrıştırılan her bir alanı kendi içinde düşünebilmektir. Böylece birden fazla hakikatin mevcut olabileceği gerçeğiyle yüzleşmektir.
Yorumlar
Yorum Gönder