Temel Akidenin Birey ve Toplum Üzerindeki Etkisi

 

Temel iki doktrin olan insanın günahkar/kirli doğması (Hristiyanlık doktrini) ve insanın günahsız/masum doğması (İslamiyet Doktrini) basit bir mesele değildir. 

 

Eğer insan günahlı doğduğuna dair bir inançla varlığını anlamlandırırsa, kendisini günahtan kurtaracak bir kurtarıcıya ihtiyaç duyar. Bu, bazen bir dini lider, bazen bir siyasi lider, bazen bir baba, bazen de bir eş olabilir. Dolayısıyla bu inanç, insandaki özgüveni, birey olabilme hakkını ve optimist ruhu -sürekli suçlu olduğunu düşünmesinden sebep- yok eder. Bunun tam türkçesi, insanın bu inanç sebebiyle tüm hak ve hukukunu kurtarıcı iradeye teslim etmesi demektir. İşte ruhban sınıfı dediğimiz şey de tam olarak burada doğar. 

 

Ruhbanlığı kabul etmiş bir zihin; haksızlığa, zulme ve yanlışa ses etmeyecektir. Çünkü onun sesi artık hak bildiği otoritenin sesi olacaktır. Böylece o şahsın sosyal ve bireysel bilinci de gelişmeyip yok olacaktır. Bu da tam otoriter yönetimlerin hedeflediği vatandaş tiplemesidir zaten. Dolayısıyla; kurumsal yapılarının varlığını korumak için kendilerine bağlı kişilerin mevcudiyetlerini suçlu psikolojisiyle sürdürmesi gerektiği düşünen Hristiyanlık;  her ne kadar ruhun özgürlüğünü vad etsede gerçekte ruhu esir etmeyi hedeflemektedir.

 

Muhammed İkbal’in dediği gibi: “Eğer insan esas itibariyle kötü ise insanın kendi hayatını tayin etmesine izin verilmemesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla insanın bütün hayatı, harici bir otorite tarafından kontrol edilmek zorunda kalınacaktır. İşte bu, dinde papazlığın/ruhban sınıfının, siyasette ise otokrasinin zuhur etmesi anlamına gelir.”

 

Oysa ikinci doktrine sahip olan islamda durum böyle değildir. 

 

İslam, insanın masum doğmasını akidevi bir esas olarak belirlemiş, böylece bireyin ‘birey olma hakkını’ kendisine zimmetlemiştir. Dolayısıyla eşitlik ve bireysel yetkinlik anlayışını temel anlayış olarak benimsemiştir. İslamda birey, bir başka bireyin otoritesine ihtiyaç duymaksızın kendi aklına güvenme ehliyetine sahiptir. Bu yönüyle bir müslümanın bir otorite ile olan ilişkisi ancak öğrenci-öğretmen ilişkisi olabilir. Ki sahabe ile Hz Peygamber’in ilişkisi böyledir. Hristiyanlıkta ise hristiyanlar İsa’yı kurtarıcı İlah olarak görmekteydiler. 

 

Dolayısıyla temel inanç olarak günahsız/masum doğma düşüncesi, müslümanın bir otorite karşısındaki durumunu da temelde tayin edecektir. İslamın bu realitesi Peygamberi mescitte halkıyla helalleştirmiş, Halife Ömer'i halkına hesap verdirmiştir. İşte temele alınan inancın sosyal sonucu budur. 

 

Günahlı doğduğuna inanan bir dindar, otoriteye muhtaç olurken, günahsız (masum) doğduğuna inanan bir dindar birey olma hakkına sahip olur. Yirmi birinci yüzyılda islami tarikatların birer bataklık olmasının temel nedeni de tam olarak islamın bu temel akidesini bozmaları nedeniyledir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kanun ile Yasa arasındaki fark nedir?

Mitoloji, Ne İş Yapar?

İSLAMA GÖRE VAROLUŞUN SIRRI NEDİR?