İslamiyeti bataklığından nasıl kurtaracağız?
Yakın dönem bilginleri İslam medeniyetinin son bin yıldır bataklıkta bulunmasının nedeninin islamiyet olduğunu, yani müslüman dimağındaki islam olduğunu düşünmektedirler. Öyle ki “problem islamda değil, islamiyettedir” izahı bu minvalde sarf edilir.
Bazı bilginler ise problemin islamiyette değil, müslümanlarda olduğunu düşünmektedirler. Oysa müslümanlar, islamiyetten ayrı bir varlığı ifade etmemektedirler. Müslüman, zihinlerdeki islamın, yani islamiyetin tezahürüdür.
Bu iki düşünce, yapılan reformların müslümanlar yahut islamiyet üzerine yapılmasına neden olmuş, özellikle osmanlıyı ve diğer müslüman devletlerini bu kabul üzerine reformlar yapmaya itmiştir.
Mezhepçiliğe dolayısıyla ayrıştırcılığa karşı yapılan bu reformlar, maalesef ki yeni mezhepçilik anlayışını ve dolayısıyla yeni ayrışmaları doğurmuştur.
Bu bizde “gaye ne kadar samimi olursa olsun, teşhis ne kadar hakikatli konursa konsun; tedavi yanlış yere uygulanıyorsa hastalık bertaraf edilemez” sözünü varlığa getirmektedir.
Öyleyse problem nerededir?
Hastalık nerede yaşamaktadır?
Yoksa müsteşriklerin iddia ettiği gibi islamiyette (Müslümanların islamdan anladığı kollektif tinde) değil de bizatihi islamın kendisinde midir?
Nihayetinde islamiyet de, müslümanlar da islama racidir. Müslümanların eylemlerinin, söylemlerinin ve düşüncelerinin kaynağı islamdır. O halde problem, bilginlerimizin ihtilafına, sahiden islamda mıdır?
Burada islam, islamiyet ve müslüman kavramlarını da tanımlamamız gerekiyor.
İslam dinin aslıdır. Doktrinin bizatihi kendisidir. Asıl kaynak anlamında kullanılır literatürde. Kaynak, öz demektir. Dolayısıyla islam, dinin saf, hiç bir bileşiğin karışmamış halini temsil eder.
İslamiyet, asıldan elde edilmiş olan kaynağın zihni tezahürüdür. Dolayısıyla müslümanların islamdan anladığıdır, zihinlerde yaşatılan islam tinidir diyebiliriz.
İslamın islamiyet tezahürü, aslın hem aynısıdır, hem de gayrısıdır. İslamdan tezahür etmesi bakımından islamın aynısıdır, islamdan ayrı bir varlığı sahip olması bakımından islamın gayrısıdır.
Öyleyse islam, dinin kendisi, özü anlamında iken islamiyet dindarın (tümel olarak) dinden anladığıdır.
Müslüman ise islamiyetin (müslümanın islamdan anladığının) somut gerçekliğidir. Dolayısıyla müslüman da islamiyetin, milliyete ve örfe bürünmüş şeklidir diyebiliriz.
Bu şekliyle müslüman da islamiyetin hem aynısıdır hem de gayrısıdır.
Konuya geri dönersek; biz islam medeniyetinin bozulmasındaki sebebin; evvela fürudan asla doğru(sondan - başa / sonuçtan - illete / tezahürden - öze) olan silsilede, müslümanda, daha sonra islamiyette, daha sonra ise islamdan islamiyeti çıkartan usülde olduğunu düşünüyoruz. Yani problemin, en derinde “müslümanın islamı anlayış biçiminde” olduğunu düşünüyoruz.
Müslümanın ve islamiyetin problemi, tikel ve tümel olarak müslümanın islamı idrak etme usulüne raci olduğu için ana problemin usülde olduğunu düşünmekteyiz.
Peki müşkili biraz daha ileriye taşıyarak islamın da problem olduğunu kabul edebilir miyiz?
Elbette hayır!
Eğer islamın problem olarak değerlendirirsek, dinin (islamın) varlığını ortadan kaldırırız. Dolayısıyla islamiyetin ve müslümanların meşruluğunu da ortadan kaldırmış oluruz. Böylece ortada, din diye bir olgu kalmayacaktır.
Öyleyse “islam kaynaktır, doktrindir ve öz ile özdeştir, dolayısıyla yaratılmamıştır. İslamiyet (müslümanın zihnindeki islam algısı) ise yaratılmıştır” demek icap eder.
Problemin islamda olduğunu kabul edemiyorsak, en derinde problemin islamiyeti ortaya çıkartan usülde olduğunu kabul etmemiz gerekir. Usül dediğimiz şey, tam olarak islamdan islamiyeti çıkartan hikmet-anlayış-kavrayıştır.
Bütün konuyu alegorik bir dil ile bir daha resmedelim.
İslam kuyuda bulunan saf, katıksız, arı ve duru olan sudur. İslamiyet ise bu kuyudan çıkartılmış olan sudur. Müslüman ise, o su ile abı hayat bulmuş olandır.
Malum olduğu üzere bu alegoride bir metafor eksiktir. İşte o da, suyu kuyudan çıkartan kovadır.
Biz bugün, kuyudan çıkartılmış olan bu suyun kirli/bulanık olduğunu gözlemliyoruz. Ve kirlilik sorununu çözmeye çalışıyoruz.
Bazı bilginler, su kirli değil diyorlar ve içmeye devam ediyorlar. Elbette böyle düşünmeye hakları var. Lakin suyun kirlendiğine akıl, sezgi ve deney hükmetmiş iken bu gerçeğe kör olmaları, bizde iki sebebi hasıl ediyor.
Ya çözüm için sarf edilecek emeği göstermeye cesaretleri yok. Ya da hegemonyayı koruma derdindeler.
Diğer bilginler ise suyun bulanık olduğunda ittifaklar. Onların ayrımı ise suyun kirliliğinin nereden kaynaklandığı sorusuyla başlıyor.
İlk gurup bu su zahiren bulanıktır, batında bulanık değildir. Problem suyu içendedir. Dolayısıyla suyu içecek olanın önce gözlerini sonra ağzını yıkamak lazım diyorlar.
Bu görüş bizcede saygı değer bir görüştür lakin apaçık olan gerçeği çarpıtmaktadır.
İkinci grup ise elimizdeki suyun kirli olmasının sebebinin suyu o kaynaktan çıkartan kova olduğunu düşünüyorlar. Yetmiyor deney bilgisiyle bunu ispatta ediyorlar.
Dolayısıyla kovayı temizlersek, yahut yenilersek veya yeni baştan bir kova icad edersek bütün problem çözülecektir diyorlar.
Bizim akli melaikemiz de bu son gruba dahil.
Eğer kovayı yenilersek yahut temizlersek, veyahut yeni bir kova icad edersek -ki en sağlam yöntem budur- kaynaktaki o saf ve katıksız suya (islamı) en saf haliyle ulaşabiliriz. O kaynağın suyundan en temiz haliyle nasiplenebiliriz.
Öyleyse, reformları müslümanlara yahut islamiyete değil, doğrudan doğruya müslümanın ve islamiyetin zihnine yani usüle, yani islamı algılama anlayışımıza yapmamız icap ediyor.
Bu “medeniyetimizin yeni bir bilim yani yeni bir usül ile tekrar dirilebileceği” anlamına geliyor.
Tevekkül bizden taktir Allah’tandır.
Muhammet İkbal Kılıç
Yorumlar
Yorum Gönder