GELENEKçiler ve REFORMistler

Bu yazı temelde Abdülhamid Hoca'nın " https://www.youtube.com/watch?v=GezrHJltXn0&t=741s " videosuna tenkit mahiyetinde kaleme alınmış olup Dini İhya Hareketlerindeki grupların usullerine ortaya koyma amacı gütmektedir.

Giriş

On sekizinci yüzyıl felsefesine temel paradigmalardan birini oluşturan rölativist anlayışa göre; doğru, kişinin bulunduğu konuma ve doğruyu ulaşmak için kullandığı yönteme göre değişmektedir. Dolayısıyla doğru, yöntem ve konumun kolektif bir ürünü olup mutlaklığından bahsetmek mümkün değildir. Doğru; zamana, zemine ve açıya göre değişen göreceli bir bilgidir.

Biz tetkikimizde bu paradigmayı merkeze alacağız ve konuşmacının fikirlerini muhatap alırken bilincimizde tutmaya çalışacağız.

 Mümkün olduğunca konuşmacının siyasi, sosyal ve dini tarafını söylemlerinin önüne geçirmemeye gayret edeceğiz. Bu usul ile fikri mütefekkirinden ayırmayı değil,  mütefekkiri fikrin önüne geçirmemeyi, dolayısıyla bizatihi fikri muhatap almayı arzuluyoruz.

 

Özet

Dini ihya ve reform hareketlerindeki grupların temelde iki merkezi düşünce tarafından şekillendiğini düşünen Abdülhamid hoca, ilk grubun "içtihat çalışmalarının tekrardan aktif hale gelmesi" gayesiyle Ahmed Cevdet Paşa, Mustafa Sabri, Ömer Nasuhi Bilmen gibi dönemin Osmanlı Alimleri tarafından oluşturulduğunu, ikinci grubun ise temelde sosyolog, filozof gibi gayri dini ve modern ilimlerin müntesipleri tarafından "islam geleneğini yok edip modern ilkeleri benimseyen" gayesiyle oluşturulduğunu düşünmektedir.

Hocaya göre ilk grup islamı yeniden diriltmeyi hedeflerken ikinci grubun gayesi islamı modern kabullerin içinde eritmektir. Diğer yandan hoca ikinci grubun Osmanlıya düşman olduğunu da düşünmektedir. Dolayısıyla hoca, bu grubu hem sapıklık (din dışı inançları bulunan) hem de mülhitlik (islam düşmanlığı) ile itham etmektedir.

Video boyunca ikinci grup üzerinde konuşan hoca, bu grubu üç alt gruba ayırmaktadır. Bunlar; Tarihselciler, Sünnet İnkarcıları ve Maslahatçılardır. Temelde bütün grupların bilgi kaynağı olarak yalnızca aklı –ki akıl burada medeni akıl anlamında kullanılır- kabul ettiklerini ileri sürer. Hocaya göre bu grupların müntesipleri her ne kadar kur'an'ı  nihai kaynak kabul ettiklerini söyleseler de bu söylem, modern akla uydurulacak olan kur'anı kastetmektedir.

 

Tetkik

Biz hocanın epistemik anlamda tek kabul ettiği fakat usulen ayrıştıklarını düşündüğü bu üç grubun ayrımını kabul etmekle beraber, ayrımda bazı hataların yapıldığını düşünmekteyiz.

Öyle ki tarihselci anlayışta sünnetin reddi söz konusu olmayıp bilakis sünnet ve dönemin diğer haber kaynakları ile kur'anın bütünleşmesi söz konusudur. Kur'anın tek kaynak olduğunu ifade eden anlayış, tarihselci bir düşünüre ait olabilir lakin bu kabul, tarihsel doktrin ile çelişir. Dolayısıyla böyle bir görüşün sahibine değil de doktrine ait olduğunu ifade etmek hatalı bir yargıdır. Zira tarihselciliği makasıttan, yahut sünnet inkarcılığından ayıran en temel etken de budur. Öte yandan tarihselci doktrinin dönemi bir bütün olarak algılaması Hz Peygamber'in şarî kimliğini de güçlendirmektedir. Çünkü böyle bir anlayış kur'anın da sünnetin de faili olarak ana yetki Hz Peygambere aittir. Ve bu minvalde, sünnetin kur'anı neshi de mümkün hale gelir. Çünkü sünnet, kur'nın yegane şerhi yahut teorik olanın pratik yansımasıdır. Bu haliyle kur'anın tamamlayıcısıdır.

Dolayısıyla Abdülhamid hocanın şahıslardan yola çıkarak doktrine dair sarf ettiği görüşler, şahıstan doktrine varması hasebiyle hem usul hatasına hem de usul hatasından kaynaklı doktrine dair yargısında hatalı olmasına sebebiyet vermiştir.

Biz hocanın görüşlerinden makasıt yani maslahatçı doktrin hakkındaki düşüncelerine de katılmıyoruz. Zira aynı usul hatası burada da mevcuttur. Şahıslardan yola çıkarak doktrine bir tenkit yapılmıştır. Diğer yandan bu konuda sarf edilen düşünceler de seçmece misaller ile desteklenmeye çalışılıp bütün bir tarihi vesikayı tek bir görüşe indirgeme hatasına düşülmüştür. Zira hocanın hilafına Ebu Hanife dönemin en büyük makasıtçısıdır ki bu anlayış, ehl-i rey kavramıyla isimlenerek dönemin bütün kaynaklarında zikredilmiştir. Üstelik bu marjinal tavır yani gayri literal hukuk anlayışı, kendi döneminde Ebu Hanife'nin öldürülmesine neden olmuştur.

Mesela Ebu Hanife cumhurun hilafına nikahta veli izninin şart olmadığını ancak veli izninin sünnet olduğunu ifade etmiş, üstelik icap ve kabulde kadının kabulünün asli bir unsur olduğunu, diğer yandan rüştüne eren bir kızın istediği bir bey ile evlilik kararı alabileceğini ve babanın bu karara yasal hiçbir yolla itiraz edemeyeceğini düşünmektedir. Ebu Hanife'nin bu düşüncesinin temel iki kaynağı vardır. İlki evlilik akdine makasıtçı usulle yaklaşması ikincisi ise maslahattır. Zira bu anlayış Ebu Hanife'nin ikame ettiği Fars ve Türk kültürünün hakim olduğu bölgeye uygundur.Dolayısıyla Hanefi görüşün makasıtçıları sapıklıkla itham ettiğini savunan düşünce hatalıdır.

Hocanın söylemlerinde şöyle bir düşünce ile de karşılaşıyoruz. Hoca "Din Felsefesi'nin görevi islamın açıklarını bulmaktır" diyerek, dolaylı yoldan bir din felsefecisinin islam yahut din düşmanı olduğunu ifade ediyor. Zira amaç açıkları bulmaksa –ki bu dolaylı olarak islamın açığı olduğunu da kabul etmek anlamına gelir-  bir din felsefecisinin dindar olması mümkün değildir. Oysa bugün, dindar olmayanlar (dinsizler) tarafından dinin yanlış olduğun beyanlarını temellendirmek için sarf edilen düşüncelere, din felsefesi üzerinden objektif biçimde cevap aranmaktadır. Zira din felsefesini, kelamdan ayıran temel özelliği de epistemolojisinde yalnız aklı merkeze alan bu tavrıdır. Bu durumu kültürel ifadeyle "düşmanın silahıyla düşmana saldırma" olarak betimleyebiliriz. Öyleyse bu alan dolaylı olarak da olsa, bir din müdafaası ve boşluk olarak kavramlaştırılan dini hataların hata olmadığını ortaya koyan bir alan olduğunu da kabul etmek gerekir. Hal böyle olunca alana dair sarf edilen "amaç açık bulmaktır" söyleminin de, indirgemeci ve tek yönlü bir düşünceyi ifade ettiği ortaya çıkmaktadır.

Bir diğer eleştirmek istediğimiz görüş ise hocanın tarihselci doktrine dair sarf ettiği "tarihselci düşünce, belli bir zamanda verilmiş, belli bir hükmün, başka bir zamana kaynak olamayacağını düşünmektedir." cümlesidir. Bu düşünce bizce hatalıdır. Çünkü tarihselci doktrinde; dönem, muhatap ve mekan hükmün maksadının anlaşılması için elzemdir, hüküm çıkartmak için değil. Zira verilmiş olan hüküm, ortak illet ile döneme taşınabilir. Burada amaç, verilmiş olan hükmün illetine ulaşmak, böylece hem maksadı kavramak hem de hükmün mahiyetini idrak edebilmektir. Bir nevi hükmün pratik hayattaki karşılığı ile gayesine uygunluğunu ölçmektir. Zira hükmün pratik karşılığı dönem için hâlâ maksada ve illete uygunsa, hüküm aynen döneme taşınabilir. Tarihselci düşüncenin hükmün başka bir döneme taşınmasına müsaade etmediğini söyleyen düşünce, yine yukarıdaki bölümlerde de karşılaştığımız aynı hatalı usul sebebiyle hatalı bir düşüncedir. Tarihselci doktrine mensup bir şahsın düşüncesinin, doktrine mal edilme hatası, maalesef bu düşüncenin de yanlış olduğuna dair görüş bildirmemize neden olmaktadır.

Video kapsamlı bir ders mahiyetine sahip olduğundan, videoda sarf edilen düşüncelerinin tamamını burada ele almak bu çalışmanın boyunu aşmaktadır. Biz, videonun sonuç yargısını oluşturan öncüllerini tetkik ederek yazımızı böylece nihayete erdiriyoruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kanun ile Yasa arasındaki fark nedir?

Mitoloji, Ne İş Yapar?

İSLAMA GÖRE VAROLUŞUN SIRRI NEDİR?