Dini bilgi neden evrensel kabul edilmez?

Düşünce tarihinde en temel problem bilgi edinme problemidir. Aleni olarak şöyle denir:

 “Bana öyle bir bilgi edinme aracı göster ki bu araç, hem herkes tarafından kullanabilsin dolayısıyla bilgiye herkes ulaşabilsin, hem de bu araçla elde edilmiş olan bilgi (mevcut bilgi), herkes tarafından -yine bu araç kullanılarak- kontrol edilebilsin.” 


Bu ciddi bir taleptir ve sistemli olarak yakın çağa kadar ortaya tam olarak konamamıştır. Lakin sistemli olarak konmaması onun düşünce tarihinin içerisinde geçmiş dönemler de mevcut olmadığı anlamına gelmez.


...


Düşünce tarihinin en klasik dönemlerinde en temel bilgi edinme aracı olarak yalnızca din (mitoloji-muhayyile) kabul ediliyordu. Daha sonra dine deneyim bilgisi (deney-duyu vs) ve akıl da bilgi edinme araçları olarak eklendi.


Daha sonraki süreçte grek felsefesinin sistem filozofları (platon dönemi) bilgi edinme aracı olarak akla merkezi bir sistem tahsis ettiler. Böylece din ikincil, bilim ise üçüncül bir bilgi kaynağı olarak görülmeye başlandı.


Platon’dan sonra Aristo, aklın ve bilimin mahiyetini daha ciddi ele aldı. Böylece bilim, bilgi edinme aracı olabilmesi açısından daha da merkeze yaklaştı. Aristo sayesinde en merkezi bilgi edinme aracı felsefe (akıl+duyu+deneyim/bilim) kabul edildi.


Daha sonraki dönemde felsefenin islam coğrafyasına kaymasıyla, müslümanlar tarafından akıl ve bilime tekrardan din de dahil edilmek istendi. 


Fakat dinin dogmatik yapısı, bu çabaya engel olmaktaydı. Zira islama göre dini bilgiye ancak peygamberler ulaşabilirdi ve peygamberlik de sona ermişti. Böylece din, mevcut bilgileri denetlenemez ve yeni bilgi üretemez bir yapıya bürünmüştü. 


Hal sebepten o dönem için din, dini bilginin doğru olduğuna inanmayı emreden bir olgu olarak evrensel bilgi edinme aracı olma özelliklerini karşılamıyordu.


Bu sorunu kelamcılar kur’anı merkezi kaynak (bilgi merkezi) kabul ederek çözmeye çalıştılar. Lakin az önceki sorunlar (denetleme sorunu ve yeni bilgi üretememe sorunu) çözülemediği için bu çalışma sonuçsuz kaldı. Zira kur’an her hangi bir dönemde oluştuğu için (somutlanarak sabitlenme) aktüel bir yapıya sahip değildi ve bizatihi temel kaynak sayılamazdı. Diğer yandan kur’anın bir zaman diliminde vücuda gelmesi, onu zamana tabi hale getiriyor; böylece lafzının sabit olmasına ve dolayısıyla dönemine hapsolmasına neden oluyordu. Tim bu etkenler ile onun ancak temel kaynağın (Allah’ın) bir tezahürü kabul edilmesi de çelişkiler doğuruyordu.


Sufiler bu problemi velayet teorisiyle çözmeyi başardılar. Bu teoriye göre; kaynağa (Allah’a) ulaşmak hâlâ mümkündü. Dolayısıyla yeni bilgiler elde edilebilir ve elde edilmiş olan bilgiler denetlenebilirdi.


Bu teori sayesinde dini bilgi, felsefi bilgi gibi evrensel bir hâl kazandı. Zira din, bilgi üretebiliyor ve mevcut bilgileri denetlenebiliyordu.


Böylece sufiler bilim, felsefe ve din olmak üzere üçlü tür bilgi edinme araçlarıyla yeni bir paradigma oluşturmuş oldular. 


Bu paradigma, bilgiye hem üç farklı araç ile ulaşılabilmeyi hem de mevcut bilgiyi bu üç farklı yöntem ile denetleme imkanı sağlıyordu. Hatta bu paradigma, bilgiyi, üç türe ayırarak mütala etmenin de temellerini atıyordu.


...


Velayet teorisi, bilgi elde etme yöntemi olarak uzun süre hakimiyetini korudu. Lakin islam coğrafyasında “vahiy kapısı son peygamber ile kapanmıştır”  ilkesi güç kazanınca, velayet teorisi hem hakimiyetini hem de mahiyetini kaybetti. Böylece din, bilgi edinme aracı olmaktan çıkartıldı. 


Bilgi edinme araçları yeniden yalnızca felsefe (bilim+akıl) olarak kabul edildi.


Daha sonraki dönemde felsefe ile bilimin de ayrışmasıyla akıl bilgi edinme aracı olmaktan çıkartıldı ve nihai bilgi edinme aracı olarak yalnız bilim kabul edildi. 


Böylece bilim merkezli modern paradigma  oluşmuş oldu...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kanun ile Yasa arasındaki fark nedir?

Mitoloji, Ne İş Yapar?

İSLAMA GÖRE VAROLUŞUN SIRRI NEDİR?