Yasa’dan Kanun’a, Kozmos’tan Kaos’a İnsanlığın Varlıksal Seyri

 


Yasa, kendisine keşfedilmek yoluyla ulaşılan doğal kurallar; Kanun ise sosyal düzeni sağlamak gibi gayelerle oluşturulan yapay ve dolayısıyla dönemine ait olan geçici kurallar bütünüdür.


İnsanlık, düşünsel ve gelişimsel sürecinin başlarında doğada zaten var olduğuna inandığı yasalara (ilahi anlamda), keşfetmek yoluyla ulaştı ve bu yasalarla kendisine bir sosyal düzen oluşturdu. 


Her ne kadar yeni dinler, zaman zaman -özellikle ilk neşet ettikleri dönemlerde- bir takım kanunlar yaratsalar da insanlık dinlerin getirdiği bu kanunları da yasalaştırma temayülü gösterdi. 


Zira bu anlayışta hayatta kalmanın yolu, mutlak anlamda itaat; itaat etmenin mutlak yolu da ilahi olana uygun yaşamaktı. Bu da yasaya göre yaşamak anlamına geliyordu. (İlk dönem semavi dinlerin dini hukuklarına yasa ismini vermeleri bu algının ürünü olsa gerektir.)


Bu haseple ilk dönem insanlığının sosyal düzenini sağlayacak hukuki kuralları doğada zaten mevcut kuralları keşfetmek yoluyla oluşturuldu. Yukarıdada bahsettiğimiz gibi zaman zaman dönemsel ihtiyaçlar gibi gereklerden varlığa gelmiş olan kanunlar da meşruiyet zemini oluşturularak yasalaştırıldı.


Diğer yandan kanun, doğaya karşı güçlü bir duruş ve dahi doğaya karşı hakim olma şartı koşan bir usûl dayatıyordu. Bu, insanlığın ilk dönemlerinde başarabileceği bir duruşu değildi. Bu haseple insanlık modern dönemle birlikte bilimin kuvvetlenmesine kadar ki sürede varlığını yasalar yoluyla korudu.


İnsanlığın kanunlarla tanışması ise doğayı tanıması dolayısıyla bilimin usûl ve fürûsu ile doğa karşısında kuvvet kazanmasıyla mümkün hâle geldi. 


Bilim, insanlığa, doğa karşısında öyle bir duruş (özgüven) kazandırdı ki bu duruş, insanın kendi sosyal yaşantısını doğal olarak hukuksal  kurallarını belirlemesine neden oldu. (Bu durumu dinin gözünden, insanın tanrılaşması olarak da niteleyebiliriz.)


Böylece “hayatta kalmak için doğaya (ilahi olana) uymak zorundayız” algısı ve inancı da rafa kaldırılmış oldu. İnsanlık bilimin kuvvet kazanmasıyla bu inancın yerine “doğayı hatta evreni tanıdıkça ona hükmedeceğiz ve daha ideal ve kaliteli bir sosyal yaşam oluşturacağız” inancını koydu. Böylece insanlığın temel zarureti itaatten, sorumluluk duygusuna geçti. Bu sorumluluk duygusu da merkezine birey merkezli toplumsal menfaati aldığı için kanunları yarattı.


(Aslında sorumluluk kavramı modern algının yarattığı bir demagojidir. Zira hukukun ve hukukun hamisi dâhi cebri gücü olarak devletin bulunduğu her yerde itaat zarurettir.)


Bugün bu inanç, modernizmin varlığının temelini oluşturuyor. Modernizm, bu inancın bir getirisi olarak doğa ile olan ilişkisini her geçen gün artırıyor. Fakat modernizm, doğa ile olan ilişkisinde doğanın ilahini kabul etmediği için bu ilişkisinde baskın olan taraf oluyor. Böylece oluşturmuş olduğu kurallarda (kanunlarda), doğaya uygun olma şartını değil, kendi dünya görüşüne uygun olanı arıyor. Bu arayış ise doğaya uygun olmayan ve fakat modernizme uygun olan kuralları doğuruyor.


Bu kurallar bireyin hakları ve birey nazarında kadim algıya göre çok daha eşit ve adil dururken insanlığın varlıksal seyrinde doğayla olan münasebetine uymuyor. Dolayısıyla insanın, dolaylı yollardan doğa ile olan bu kavgası; insanın bu savaşı kaybetmesine neden oluyor. Bu da kozmos’tan doğan kaos’un tekrar kozmosa dönüşememesine neden oluyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kanun ile Yasa arasındaki fark nedir?

Mitoloji, Ne İş Yapar?

İSLAMA GÖRE VAROLUŞUN SIRRI NEDİR?