İnsanlık olarak Tanrı fikrinin ilk ne zaman ortaya çıktığını ve ilk ortaya çıkan Tanrı fikrinin mahiyetini bilmiyoruz ancak Tanrı fikri ile varlık fikrini uzlaştırmak yahut ayrıştırmak için ilk kez aklını kullanmaya çalışan insanları biliyoruz. Pek tabii bugün aklın tanımı ve anlamı o günkünden farklı. Dolayısıyla “ilk aklını kullanan insanlar derken varlığa dair fikirlerini ilk kez dinden edinmeyen insanları” kastettiğimizi de ifade edelim. Bunun öyle yazıldığı kadar basit olmadığını da tahmin edebilirsiniz ancak bilebilmeniz de gerekiyor. Bu yüzden bir kaç misal verelim.


Mesela varlık (mevcut), eğer Tanrı gibi ezeli ise o da bir tanrıdır. Dolayısıyla tanrı tek değildir. Hem varlığın tanrılığı hem de tanrının tanrılığı söz konusudur. Böylesi bir durumda da tanrı ve varlık arasında yaratan ve yaratılan ilişkisi kurulamaz. Dolayısıyla Tanrı’nın ancak ilk muharrik (hareket ettirici) olarak varlığı anlamlandırılabilir. 


Yok eğer varlık ezeli değil ise bu seferde, varlığın varlığının dayandığı (ontolojik anlamda) bir varlık olması gerekir. Bu varlık hiç şüphesiz yegane ezeli olan varlık olan (vacübul vücut) Tanrı’dan başkası olamaz. O halde varlık, her iki ihtimalde de Tanrı’dır.


Peki tanrı tek ise tek Tanrı’dan bu kadar çokluk (çeşit) nasıl ortaya çıkmıştır? (Bu soru, iyi bir tanrıdan kötülük nasıl sadır olur sorusunu da içerir.)

...

Daha binlerce soru. 


Derdimiz bu soruları yeniden gündeme almak ve cevaplamaya çalışmak değil ancak dinin sunmuş olduğu gözlenemez, deneyimlenemez yahut akledilemez bilgilerin ilk kez nasıl inanmanın konusu olmaktan bilmenin konusu olmaya dönüştürüldüğünü, soruların mahiyetinden görebilmenizi istiyoruz. Böylece insanın, önce benliğinin varlığını ardından dış dünyanın varlığının anlamlandırma gereksinimini, tatminini ve tatmin süreceğini görebileceğiz.


Bu sorulara cevap bulmak için insanlık 3000 yıldır bir çok sistem kurdu. Bir çok paradigma oluşturdu ve bir çok usul ile cevaplar buldu. Ancak hiçbiri insanı tam anlamıyla tatmin etmedi. Dolayısıyla yeni metod arayışları her zaman devam etti.


Bu sistemlerin atası elbette teoloji idi. Fakat zamanla teolojiden arınmış rasyonalist felsefe, teolojinin tahtını devirdi ve hakimiyeti ele geçirdi. Fakat tarih, felsefenin saltanatının yıkılmasına şahitlik etmek zorunda kaldı. Zira felsefeden doğan ve zamanla felsefeyi tahtın edebilecek bir güce sahip olan bilim (Deney+gözlem: emprizim) bilginin yegane hakimi olacak gücü elde etti.


Kadim insan; kesin (iyi) bilgi, doğru (iyi) davranış,  iyi insan ve tanrılığı aramakla bireysel tekamülünü arzularken modern insan tekamül de dahil her bir şeyi yeniden anlamlandırmayı felsefeye, anlamlandırılan bu değerlere ulaşmayı dine, ulaşıp ulaşamadığının kontrolünü de bilime bıraktı. (Elbette bu şahsi kanaatim) Pek tabii bu görev dağılımını yapan Felsefe olsa da, 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kanun ile Yasa arasındaki fark nedir?

Mitoloji, Ne İş Yapar?

İSLAMA GÖRE VAROLUŞUN SIRRI NEDİR?