Kayıtlar

Mayıs, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

David Hume düşüncelerini, Gazzali’den mi çaldı?

İmam Gazzali’nin mucizenin imkanını ortaya koyan görüşleri Mucize’nin Teist Tanrı ile uyumu üzerine sarf edilmiştir, dolayısıyla Gazzali’nin tefekkürü tamamen teoloji alanına aittir. David Hume’nin “mucizenin imkanı vardır düşüncesi” ise determinizm ve bilime (pozitivizme) karşı sarf edilmiştir, dolayısıyla bilim felsefesine dairdir. Gazzali, “Teizm’in tanrısına inanmak mucizenin imkanını zorunlu kılar” derken David Hume “bilimsel ilkelerin sınırlılığı ve doğaya ait bilgimizin eksikliği doğa üstü olaylara imkan tanır” demektedir.  David Hume göre; Evrenin bilgisine hiç bir zaman tam olarak hakim olamayacağımıza göre her zamanda bilimin açıklayamayacağı bir olayın vuku bulma ihtimali vardır.” Bu iki argüman aynı sonuca varmış gibi gözükse de aynı değildir. Evvela alanları akabinde ise öncülleri farklıdır.  Mucize kavramının da her iki düşünür tarafından farklı mütalaa edildiği ortadadır. Gazzali’ye göre Mucize “Tanrı müdahelesi” anlamına gelirken David Hume göre “Doğa üstü, yah...

DÜNYA NEDEN İSRAİL'İN İŞGALİNE SESSİZ KALIYOR?

Resim
Bu soru ne zaman sorulsa hemen aklımıza "Çünkü Filistinliler Müslüman!" gibi klişeleşmiş ve basit izahlar geliyor. Oysa "Dünya neden Hocalı katliamına, Bosna'daki katliamlara ilgisiz kaldıysa, Kudüs katliamına da o yüzden ilgisiz kalıyor" sözü başka bir hakikate işaret ediyor. Çünkü aynı dünya, Hitler'in Yahudi katliamına hala tepki veriyor, Ermenilerin "Osmanlı bizi katletti" iddiaları, hala tepki topluyor ve dahi Çin'in Doğu Türkistanlılara yaptıkları bütün dünyada eleştiriliyor ve kınanıyor. Öyleyse bu olgular arasındaki temel muhteva farkı nedir? Zulmedenin Yahudi yahut Hristiyan olması, zulme uğrayanın ise Müslüman olması mı? Eğer Müslüman oldukları için ilgisiz kalınıyorsa, Doğu Türkistanlılara da ilgisiz kalınması gerekmez miydi? Bakın burada çok ciddi iki gerçek açığa çıkıyor. Birincisi, siyasi dengelerin ve gücün algılara nasıl hükmedebildiği, ikincisi ise yanlış yönlendirmenin yahut bilinçsiz savunuculuğun nasıl yanlış algılara se...

Tanrı ile olan ilişkimiz!

 Karadenizlilerin meşhur bir atasözü var: “Sevduğuni alamayisen, alduğunu sevecesun!”. Yani “sevdiğinle evlenemiyorsan, evlendiğini seveceksin.” diyorlar. Bu nasihat, Tanrı’yı delillendirme konusunda da aynen tatbik edilmiş gibi. Bakmışlar Tanrı’yı reddetmenin yolu yok, temellendirelim bari demişler... Çeşitli dil oyunları, akıl oyunları yahut hakikat iddiasında olmayan bilimsel yasalar, hakikat kabul edilip üzerine bina edilmiş yüzlerce argüman... Fakat şurası ısrarla görmezden gelinmiş: Delil ile inanılan şey gerçek bir Tanrı olabilir mi? Delil ile inandıktan sonra imanın karakökü olan güven, Tanrı ile olan ilişkide açığa çıkabilir mi? Yoksa güven delile mi ait olur? Delilin öncüllerinden birinin hatalı olduğu anlaşıldığında, Tanrı da yok olmaz mı? Hal böyle olunca “deliller, sahiden imansızı imana sokmak için mi getirilmiştir?” diye sormalı insan. Yoksa sadece “imanı koruma yahut temellendirme gayesinin mi bir tezahürüdür?” Eğer sebep ilki ise şüphesiz bu delillere mutlak dogmal...

Sufi Düşüncede İrade Hürriyeti

Tanrı hem zamana tabidir, hem de zamandan münezzehtir. Tanrının tavrı, konumuna göre değişir. Nihayetinde mutlak anlamda insan bizatihi tanrının kendisi olmadıkça, tanrının durumununu tam anlamıyla tecrübe edemez. Ancak mantıki çıkarımlarla (düşünce) yahut müşahedeyle (riyazet-vahiy-kutsal tecrübe) mutlak olmayan bilgiyle bilebilir. Dolayısıyla arada her zaman gözlemlenen ve gözlemleyen ilişkisi de olmak mecburiyetindedir. İnsan bu ilişkide gözlemleyen taraf olduğu için tanrının ahvali insanın konumuna göre her zaman değişiklik gösterecektir. Misal insan, zamanın içerisinden tanrıyı gözlerse, tanrı zamana tabi hale gelir.    Fakat tanrıyla empati yapmaya kalkıp tanrı cenahından tanrıyı gözlemlemeye çalışırsa tanrı doğal olarak zamandan münezzeh hale gelecektir. Çünkü bir tarafta zamana tabi olan, zamansızlığı anlamaya çalışmaktadır; diğer tarafta zamansız olan zaman ile olan ilişkisi ortaya konmaya çalışılmaktadır. İnsanın eylemlerinde özgür olması da bu realite üzerinden değe...

Termodinamik Yasa ile Tanrı varlığının ilişkisi

Teologlar, termodinamik yasanın (-her şeyin düzenli halden düzensiz hale doğru değiştiğini-) düzenli bir evrene, dolayısıyla düzeni var eden bir düzenleyiciye delalet ettiğini düşünürler. Bu düzenleyici de bizatihi Tanrı'dır derler. Oysa Termodinamik Yasa'ya binaen Tanrı'nın varlığına dair kozmolojik bir Tanrı delili ortaya koymaya çalışan bu teologlar, maalesef mantık hatası yapmaktadırlar.  Çünkü bu yasa, teologların vardığı sonucun hilafına "insan evreni daha da yetkin olarak gözlemledikçe, düzensiz bir yapısının olduğunu keşfetmektedir" ifade etmektedir. Çünkü düzenli-düzensiz bilgisi evvela hakimiyeti yani kapsamlı bir gözlemi daha sonra da bilgi kıyasını gerektirir. Oysa ne gözlemin yetkinliği nihayete ermiştir, ne de bilginin nakıslığı kemale etmiştir. Nihai bilgi iddiası hali hazırda bilimsel usule de muhaliftir. Dolayısıyla temele alınan evrenin düzenli olduğu öncülü, bu yasaya göre nihai hakikat olma özelliğini kaybeder. Öncülde bulunan zan ise sonucun d...