Kayıtlar

Nisan, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İnsan, Tanrının sıfatıdır!

Bir şeyin mahiyetini ortadan kaldırmak o şeyi ortadan kaldırmaz. Sadece o şeyin tanınmasının imkanını ortadan kaldırır.  Tanrı’nın sıfatlarının ezeli olup olmadığı tartışmaları da bu minvaldedir.  Tanrı’nın sıfatlarının (mahiyetinin) ezeli olmadığını söylemek Tanrı’yı elbette ortadan kaldırmaz. Lakin insanın Tanrı’yı anlaması, sıfatların yokluğuyla ortadan kalkar. Bu haseple insan-tanrı ilişkisine dayalı teist tanrı tasavvurunda sıfatların yokluğundan da bahsedilemez.  Teistlerin tanrının sıfatlarının ezeli olmadığını söyleyen iddiaları ise sadece teolojik problemleri aşmak içindir. Nihayetinde Tanrı-insan ilişkisine dayalı bir inanç sisteminde tanrının tanınmamasının imkanı yoktur.  Bu inanç sisteminin öznesi insandır. Dolayısıyla Tanrı’nın sıfatlarının varlığı, insanın varlığıyla birlikte zorunludur. İnsan ortadan kalkmadığı müddetçe sıfatlar da ortadan kalkamaz.  Ama şunu da unutmamak gerekir: insan, Tanrı’nın varlığına nispetle Tanrı’nın bilincindeki bir var...

Teolog Tahlillerinin Tenkidi

  Kelamcıların yahut daha da genelde teologların kaidesel tavrı; Tanrının ispatı konusunda bir kaç argüman ortaya koyup daha sonra bu argümanların tutarlı olmadığını iddia edenlerin fanatik olduğunu söylemesidir. Nihayetinde “metafizik bir varlığın ispatı nasıl fizik olamazsa, metafizik bir varlığın yokluğunun ispatı da fizik olamaz” önermesini ve dolayısıyla agnostisizmi “iki arada bir derede kalmak” şeklinde kahve ağzıyla yorumlayan bir zihnin çok da kamil olduğunu düşünmüyorum. “İnsan neden Tanrı’nın varlığına yahut yokluğuna dair bir inanca sahip olmak zorunda olsun?” düşüncesi, elbette meseleye dair sarf edilebilir. Lakin bu da meselenin nasıl-neden yani fail-nesne birliğine taşır. Bu taşınmanın neticesinin nasıl nir düşünsel tecavüz yaratacağını da söylemeye gerek yoktur sanırım. O halde nasıl’ın materyalinin farklı, neden’in mataryalinin farklı olduğunu kabul etmek gerekir. Bu kabul Nasıl için nasıl akıl bir bilgi kaynağı değilse neden için de nasılın bir bilgi değeri olmama...

Metafizik Bilginin İmkanı

Prof. Dr. Ömer Türker'in "Varlık olmak bakımından varlık üzerine düşünmenin imkânı: islâm metafizik geleneklerinden hareketle bir analiz" adlı makalesinin tahlili  Giriş: Makale, metafizik bilgiye akılla ulaşıldığını söyleyen ve akılla metafizik bilgiye ulaşmanın imkansız olduğunu savunan emprist ve özellikle Kant ve Kantçı agnostik düşünürlerin bu düşüncelerinin hatalı olduğunu ortaya koymak amacıyla Ömer Türker hoca tarafından kaleme alınmış. Hoca evvela agnostik tavırdaki düşünürlerin metafizik bilgiye ulaşmanın imkansız olduğunu düşünmeye iten itirazlarını ele almış. Bu itirazlarını incelemiş daha sonra da itirazlarındaki hataları ortaya koymaya çalışmış.   Makaleye göre empirist gelenek şu gerekçe ile metafizik bilgiye ulaşmanın imkanı reddeder:  - İnsanın bütün bilgi dağarcığı doğrudan veya dolaylı olarak duyulardan gelir ve duyusal varlığın ötesine geçmenin herhangi bir meşru yolu yoktur.  İkinci itiraz ise Immanuel Kant'ın şu itirazıdır: ...

İslamiyeti bataklığından nasıl kurtaracağız?

Yakın dönem bilginleri İslam medeniyetinin son bin yıldır bataklıkta bulunmasının nedeninin islamiyet olduğunu, yani müslüman dimağındaki islam olduğunu düşünmektedirler. Öyle ki “problem islamda değil, islamiyettedir” izahı bu minvalde sarf edilir. Bazı bilginler ise problemin islamiyette değil, müslümanlarda olduğunu düşünmektedirler. Oysa müslümanlar, islamiyetten ayrı bir varlığı ifade etmemektedirler. Müslüman, zihinlerdeki islamın, yani islamiyetin tezahürüdür.  Bu iki düşünce, yapılan reformların müslümanlar yahut islamiyet üzerine yapılmasına neden olmuş, özellikle osmanlıyı ve diğer müslüman devletlerini bu kabul üzerine reformlar yapmaya itmiştir. Mezhepçiliğe dolayısıyla ayrıştırcılığa karşı yapılan bu reformlar, maalesef ki yeni mezhepçilik anlayışını ve dolayısıyla yeni ayrışmaları doğurmuştur. Bu bizde “gaye ne kadar samimi olursa olsun, teşhis ne kadar hakikatli konursa konsun; tedavi yanlış yere uygulanıyorsa hastalık bertaraf edilemez” sözünü varlığa getirmektedir....

Metahukukun Kardeş Katline ve İdama Nazarı

İnsanın yaşama hakkını muhafaza etmesi için insan tarafından var edilen devlet, kendisini yaşatmak için insanın yaşama hakkını nasıl elinden alabilir? Kardeş katli meselesi bu durumun tipik bir örneğidir mesela. Birileri bu misal söz konusu olduğunda hemen “bu, umumu yaşatmak (menfaati) için bireyden vaz geçilmesidir” diye savunma yapıyorlar. Bundan başka bir çok gerekçe de sunabilirler, her biri de kendi nazarlarından maküldür.  Lakin bu gerekçelerin hiç biri de bir insanın yaşama hakkını, bir insanın yaşama hakkını korumak için var olmuş bir yapı tarafından yok edilebilmesini meşru hale getiremez. O devlet ki insanı yaşatmak için vardır, insanın yaşama hakkını elinden alması için değil.  Kardeş katli meselesinin haricinde; avrupadaki ölüm cezaları (dini suçların cezası olarak giyotin mesela), islam hukukunun devlete zorunluğu kıldığı ceza olarak mülhidlere (dinden dönmüşlere) verilen idam cezası, yine recm cezası, 1990’lı yıllara kadar devletimizin uyguladığı idam cezalarını...

Bilim Ahlaklı Olmamın Ölçütü müdür(?)

  Osmanlı’nın bir dönem en güçlü devlet olması, İslam medeniyetinin bir dönem dünyaya hakim olması, Yahut bugün sihaları üretmemiz bizi “iyi” yapıyorsa, iyilik kriterimiz hakimiyet yahut teknoloji demektir. Eğer hakim olan iyiyse yahut teknoloji üreten iyi ise bir dönem dünyanın en iyisi moğollar iken bugün dünyanın en iyisi Amerika demektir. Yok eğer iyi olmak kriteri ahlaklı olmak ise ve iyi olmanın hakimiyet ile yahut teknolojiyle alakası yoksa o halde iyi olmamın kriteri nedir? Ahlaklı olmak mı?  Eğer ahalklı olmak ise bu ahlak nasıl bir ahlaktır? Bölgesel mi yoksa evrensel mi? Elbette evrensel ahlak! Peki ahlaklı olma kriterini dinden alan bir ahlak anlayışı ne kadar evrensel olabilir?  Neden hırsızlık yapmıyorsun Allah yasak etti. Ama müslüman olmayanla, sırf müslüman olmadığı için savaşıyorsun ve galip geldiğinde de onu yağmalıyorsun bu hırsızlık değil mi? Değil, çünkü din bunu    ahlaksızlık olarak değerlendirmedi. Zina etmek ahlaksızlık diyorsunuz. Zifa...

YOL

  Keşf yolu meşakkatlidir. Merak, samimiyet, tefekkür, ispat, teslimiyet ister. Elbet herkes bu yoldan nasibini bir şekilde alır, lakin kimisi taklidin saltanatındadır, gramla alır; kimisi taassubun hükümranlığındadır miligramla alır. Ama dedik ya herkes bir şekilde nasibini alır. En hızlı yol ise sevgi ve sevginin bahşettiği objektifliktedir. Hiçbir şeyi savunmamak; herbir şeyi savunmak demektir. Her bir şeyi savunmak ise her şey ile empati kurmak demektir. Empati, gönlün gözüdür. Gözünden perde kalkana, keşfin yolu ayan olur.  Tanrı dahi, her şey olduğunda kendisiyle empati kurulabilendir. Yolu gören; yoldaşı da, yolun sonsuzluğunda yürüyeni de görür. Yürüyeni gören “Bu dünyada Allah’ı göremeyen, öbür dünyada hiç göremez!” diyen sufinin boşa konuşmadığını da görür elbet!

Roller!

Neden insanları hep başkalarının yaratmış olduğu roller ile yargılarız? Hiç kimse, ondan önce hayatımıza girmiş olan başka bir karakterin çizdiği rolden farklı olamaz mı? Yahut o rollerden sıyrılamaz mı? Neden hep birini, bir başkasına benzeterek tanırız? Hiç kimse; hiç bir tanıma, hiç bir tanımlılığa dahil olmadan hayatımızda bulunamaz mı? Neden illa ki rollerle düşünürüz? İyi olsa dahi, tanımadığımız bir rolden mi korkarız? Bilinemeyen, ürkütür mü ruhumuzu? Yahut tanımak, tanımlamak, bizim korkaklığımızın mı adıdır?  Sizi bilmem ama ben tanıyamamaktan korkmuyorum artık! Dahası tanımaya da çalışmıyorum artık! Çünkü artık yakinen biliyorum ki; tanıdığım, herkesleşecek! Ve herkesleşen, kıymetsizleşecek! Bırakalım artık! Kıymetli olmasını istediğimiz, kıymetiyle var olmasını arzuladığımız her ne varsa, tanımayalım onu. Tanımaya dahi çalışmayalım.  Akadaş, dost, sevgili yahut Tanrı... her ne iseniz rahat bırakın onu! Tanımayın, bilmeyin ve bilmemekle kıymetli...

Sürü Psikolojisi

  Sürü psikolojisi, insanların doğada tehlikelere karşı korunmak için bir refleks olarak geliştirdiği bir yöntemdir. İnsan, bireysel mücadelenin zorluğunu ancak toplum olarak aşabileceğine inanmıştır. Bu inanç, zorluk söz konusu olduğunda elbette makuldür.   Fakat zorlukla kast olunan nedir? Yaşamı sürdürebilmenin meşakkati mi? Üreyebilmenin zorluğu mu? Sosyal düzenin istikrarı mı? Yoksa doğru bilgiye ulaşmanın imkanı mı?  İlk ihtimaller söz konusu olduğunda elbette toplumsal çaba, kabul yahut amaç bireysel olandan üstündür ve saha faydalıdır. Lakin bilgi söz konusu olduğunda; bilgiye binaen oluşan doğru içinde aynı durum söz konusu mudur?  Nihayetinde haksız da değildir. Bir kişiye karşı bir çok kişinin gücü elbette baskındır.  Peki ya doğru? Doğru da aynı kriterle değerlendirilebilir mi? Bu elbette ilk bakıldığında doğruluk idesine çok daha yakın gözükmektedir. Oysa detaylı incelendiğinde bunun sadece bir doğruluk meşruiyeti olduğu açığa çıkar. Doğru olmaklığı...

Yaşamak için yağmaladı insan!

İnsanlar sosyal hayatlarında kolay yoldan yaşamlarını sürdürmek ve zengin olmak için yağmayı icad ettiler.  Sosyal yapı (soyut hukuk), ahlaki anlayış (soyut doğru) ve dinler (soyut iyi) ise insanlara yağmanın yanlış olduğunu, yaşam için çalışılmanın daha doğru bir yöntem olduğunu telkin ettiler.  Böylece insan bir başkasının çalışması olan emeğe saygı duyması gerektiğini öğrendi. Bu neticelerele elleri kolları bağlanan insan, yağmanın kötü olduğunu istemeyerek de olsa kabul etmek zorunda kaldı.  Bu durum insanları yağma için gerekli mazeretler aramaya sevk etti. Kimisi yağma gerekçesi olarak güvenliğini mazeret gösterdi, kimisi namusunu, kimisi ise daha özgür bir yaşam için yağmanın bir zaman için gerekli olduğu fikrini uydurdu. Bireysel gerekçelerin en somut ve kollektif örnekleri ise kabile/devlet yapısında karşılık buldu. Kabileler, özgürlük ve mülkiyeti koruyabilmek için yağmayı yalnızca kabile adına meşru kıldılar. Zaman, bu anlayışın da doğruluğunu izale edince; ger...