Kayıtlar

Haziran, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ruhu yaşatan bedendir(!)

Petrus ve Havariler olmasa Hz İsa’nın öğretisi bütün dünyada karşılık bulmayacaktı; Dört halifeler ve Sahabe olmasa belki de Hz Peygamberi tanımayacak ve müslüman olmayacaktık; Platon ve Aristo olmasa Sokrates’ten belki de hiç haberimiz olmayacaktı; Büyük İskender olmasa Aristo ile temeli atılan felsefi paradigma belki de yok olup gidecekti; İnalcık ve Atsız olmasa Fuat Köprülü’nün değerini belki tarih hiç vermeyecekti; daha bunlar gibi bir düzüne misal. Realite bize gösteriyor ki kişinin adını yaşatan bizatihi düşüncesi değil, düşüncesini ete kemiğe bürüdüğü öğrencileri yani teorisinin pratiğe adapte edilmiş versiyonudur.  Dolayısıyla diyebilmeliyiz ki kemalin yegane ispatı, hayatın içerisine bizatihi tezahür etmesidir. Belki bir düşünce, hayatın bizatihi içerisinde vücut bulamamışsa laf-ı güzaftır diyemeyiz sadece zamanının çok üstünde de olabilir ama bir düşünce hayatta bizatihi açığa çıkmamışsa, yok olmaya mahkumdur diyebiliriz... Tıpkı demokrasinin eğitilememiş bir toplumda yo...

Hukuk’un Temel Görevi Nedir?

Hukuk insanların temel haklarını korumak için vardır, dolayısıyla meşruiyetini de buradan alır.  Böyle denilince hemen akla bireysel haklar ve bireyin hakları gelir. Yani kişinin en temel güdüleri, sex ve hayatta kalma arzusu kabul edilirse; hukuk, insanın bu güdülerini tatmin etme hakkını korumakla mükelleftir.  Oysa hukukun asli görevi, insanın bu güdülerini tatmin ederken bir başkasının bu güdülerini tatmin etme hakkını engellememesini sağlamaktır.    Zira bir başkasının hakkını kullanma hakkına tecavüz etmek hukuk nazarında suçtur. Dolayısıyla hukuk, esasında bireyin değil, harici bireyin haklarını kullanma özgürlüğüne tecavüz etmeyi engelleyen bir olgudur. Zira insanların gün içinde mülklerini diğer insanların mülklerine geçirmesini önleyen yegane olgu bu yönüyle hukuktur.  Bunun tam Türkçesini şöyle ifade edebiliriz; Mülk sahibi olarak ben, sabah akşam bahçemin başında, komşum mülkümü mülküne geçirmesin diye nöbet tutmuyorsam bu hukukun sayesindedir. Dolay...

İSLAMA GÖRE VAROLUŞUN SIRRI NEDİR?

     İslama göre varoluşun sırrı nedir?      Bu sırra bir tek peygamber ve peygamberler, dolayısıyla kutsal kitaplar üzerinden mi ulaşabiliriz? Peygamberlik kapısı kapanmış mıdır?       Yoksa bugünün insanları da peygamberler gibi miraca çıkıp hakiki bilgiye m uhatap olabilirler mi?   Gelin, bu soruları, müslüman düşünce gruplarının cevapları üzerinden inceleyelim.          İslam düşünce geleneğinin varlık anlayışıyı idealist bir tasavvura sahiptir. Öyle ki kabule göre varlık, mevcut ve vücut olmak üzere iki kısma ayrılır. Mevcut, maddi alem anlamında kullanılırken vücut, manevi alem anlamında kullanılır.      Dolayısıyla İslam Düşüncesinde var olan her şey, var olmak bakımından hem mevcuttur hem de vücuttur. Zira dinin yegane kaynağı olan insan da, hem mevcut hem de vücuttur. İnsanın mevcut varlığı, beden kavramı ile ifade edilirken vücut varlığı ise ruh kavramı ile ifade edilir. ...

Düşünce ve İnanç birer Fenomen midir?

Felsefecilere göre bir insan gerçek manada bir filozof olmayı başarırsa, logostan (ilk akıldan) faal akıl yoluyla bilgi alır. İlk akıla muhatap olana kadar, bütün fikirleri taklittir, muhatap olduktan sonra bütün fikirleri özgünleşmeye başlar. Mistiklere göre bir insan her türlü ihtirasından kurtulur ve ruhunu eğitirse, hakiki bilgilere ulaşır. Bu bilgiler, kutsaldan ona aktarılır. Bu ana kadar ki bütün fikirleri taklit iken bu andan sonra bütün fikirleri özgünleşir. Dine göre bir insan seçilmiş ise o insan bir aşamaya kadar eğitilir ve o seviyeye ulaştıktan sonra da o insana vahyedilir. Vahiy, Tanrı’dan insana gönderilen bilgidir. Ve bu bilgiler seçilmiş olanda özgün fikirler husule getirir, bu özgünlükten ise yeni bilgiler doğar. Modern spiritüellere göre insan bilinçlenir ve epifiz bezini aktif hale getirirse, üst bilinci ile iletişim kurabilir. Üst bilinç kendisiyle iletişim kurana hakiki bilgileri sunar. Böylece bilinçli insan bu bilgilerin ışığında özgün fikirlerini yaratır. Bütü...

İnsan diğer canlılardan nasıl ayrılır?

 Canlı ve cansız varlıklar arasındaki temel mahiyet farkı hareket kabiliyetlerine göredir. Hareketi kendisinden olana canlı, hareketi hariçten bir etken ile kazananan varlığa cansız denir. Bir tekerlek hareket etmek için harici bir etkene ihtiyaç duyduğu için cansızdır, bir köpek hareket etmek için harici bir etkene ihtiyaç duymadığı için canlıdır. Peki canlılar arasındaki ayrım da harekete göre midir?  Hareketin sebebine göredir. Zira bir hayvan, güdüleri ile harekette bulunur. Düşüncesi güdülerinin esiridir ve güdüler neticesinde yaşar. Bir hayvana güdülerini aşacak bilgi verseniz dahi hayvan bu bilgiyi işleyemeyeceğinden davranışlarında bir değişiklik meydana gelmez. Fakat insana, bir bilgi verirseniz -insanın o bilgiyi idrak etmesi koşuluyla- onun davranışlarında bir değişikliğe neden olabilirsiniz.  İşte bu insanın diğer canlılardan ayrılmasının nedenidir. Zira o pozitivist düşünürlerin aksine sadece güdülerinin esiri değildir. Zira öyle olmuş olsa, bir hayvan gibi o...

Kemal’e giden tek yol okumaktır!

Kitap okumanın bir ayrıcalık olmadığını düşündüm yıllarca. Zira kişi, kitap okumadan da gelişimi elde edebilirdi bana göre. Lakin son zamanlarda öyle hadiseler yaşadım ve öyle muhabbetlere muhatap oldum ki bu ısrarımdan vazgeçmek zorunda kaldım. Artık okumayan birinin düşünemeyeceğini de düşünmeye başladım.  ... Sınırları aşabilmek, sınırın dışına çıkmakla yahut sınırların dışını görmekle mümkündür. İnsanın zihniyeti çevresinin bir ürünüdür. Zira zihniyet ya çevreye uyum sağlayarak ya da çevreye muhalefet ederek oluşur. Her iki teşekkülde de çevre etkin faktördür. Kişi okuyarak zihniyetini aşabileceği gibi seyahatle de zihniyetinin sınırların dışına çıkabilir gözükmektedir. Lakin kişi istediği kadar seyahat etsin, okumadığı müddetçe zihniyetinin esiri olmaya devam edecektir.  Zira bu; bir yönüyle, algı dediğimiz şeydir. İstediğimiz kadar bilgiye muhatap olalım, eğer ki algılarımızın esiri isek muhatabı olduğumuz bilgilerin hiç bir değeri ve faidesi yoktur. ... Düşünebilmek (di...

Ne’yi bileceğiz?

Eskiler “Çok okuyan mı yoksa çok gezen mi bilir?” diye tartışmışlar. Bugün bu tartışma devam ettirilseydi, -şüphesiz- izlemek de tartışmanın içine dahil edilirdi.  Zira; tiyatro izlemek, sinema izlemek, belgesel izlemek, dizi izlemek, söyleşi izlemek vs. -içerisine bilgiyi dahil etmesi ve bir idesi bulunması şartıyla elbette-izlemek de okumak ve gezmek kadar düşündürür; düşündürmesiyle fark ettirir çünkü insana. Bütün mesele fark etmektir zaten.  Peki ama neyi fark edecektir insan?  Bir başka insanı elbette! İnsan, yalnız kendi hayatını yaşayarak başka insanları ve hayatları fark edemez. Ya okuması, ya izlemesi yahut da gezmesi gerekir. Okumak, gezmek ve izlemek insanda farkındalığı açığa çıkartan yegane araçlardır. Bütün mesele; kişinin kendisinden başkasını fark edebilmesidir. Kaosun, nefretin, kötülüğün yegane sebebi; bir başka insanın varlığınının idrak edilememesidir...

ZİRVE'DE NE VAR?

  https://www.youtube.com/watch?v=SFRiHQ-Lwzk ZİRVEDE NE VAR? Pek tabi tırmanan benim. Peki ya üzerinde tırmandığım şey ne?  Felsefe mi? Din mi? Bilim mi? Daha da önemlisi; neden tırmanıyorum? Zirvede Ne’yi bulmayı arzuluyorum?  Parayı mı?  Şöhreti mi?  Makamı mı?  Yoksa bunların herbirinden daha anlamlı ve daha değerli bir şey olduğuna mı inanıyorum orada? Böylesi bir şeye ulaştırmaya sahiden basit bir merdivenin kudreti yetebilir mi? Ki merdiven güç yetirse dahi tırmanan olarak ben, ne kadar tahammül edebilirim böylesi bir zarafete? Ya merdivene çıkarken umduklarımdan zirvede vaz geçmem icap ederse(!)  Sahiden tırmanmaktan daha da meşakkatli olan böylesi bir terke cesaret gösterebilir miyim zirvede?

GELENEKçiler ve REFORMistler

Bu yazı temelde Abdülhamid Hoca'nın "  https://www.youtube.com/watch?v=GezrHJltXn0&t=741s " videosuna tenkit mahiyetinde kaleme alınmış olup Dini İhya Hareketlerindeki grupların usullerine ortaya koyma amacı gütmektedir. Giriş On sekizinci yüzyıl felsefesine temel paradigmalardan birini oluşturan rölativist anlayışa göre; doğru, kişinin bulunduğu konuma ve doğruyu ulaşmak için kullandığı yönteme göre değişmektedir. Dolayısıyla doğru, yöntem ve konumun kolektif bir ürünü olup mutlaklığından bahsetmek mümkün değildir. Doğru; zamana, zemine ve açıya göre değişen göreceli bir bilgidir. Biz tetkikimizde bu paradigmayı merkeze alacağız ve konuşmacının fikirlerini muhatap alırken bilincimizde tutmaya çalışacağız.   Mümkün olduğunca konuşmacının siyasi, sosyal ve dini tarafını söylemlerinin önüne geçirmemeye gayret edeceğiz. Bu usul ile fikri mütefekkirinden ayırmayı değil,   mütefekkiri fikrin önüne geçirmemeyi, dolayısıyla bizatihi fikri muhatap almayı arzuluyoruz. ...

EN ÇOK BİLİNMEYENDEN KORKARIZ

 İnsanoğlu bilinemeyenden korktuğu kadar hiç bir şeyden korkmuyor. Bir görüşe dahil edilmeyen herkes ve her şey korkunç geliyor bize. Biri ya muhalif olmalı ya da yandaş olmalı diye düşünüyoruz. Arasında olanın, olay ve olgulara göre tavır sergileyenin, kestirilemez davranış ve düşünceleri korkutuyor bizi.  Bizden veya bizden olmayan tanımları, bilinmeyene karşı geliştirdiğimiz bir savunma mekanizması. Tanrı dahi bundan nasibini almış. Tanıdığımız kadarıyla korkmuyoruz ondan ve tanıdığımız kadar inanıyoruz varlığına. Her milletin, hatta cenahın farklı bir tanrı tasavvuru olması da bundan diye düşünüyorum.  Velhasıl; Bilinemeyenden, bizden olmayandan daha çok korkutuyor bizi. O yüzden her düşüneni bir cenaha dahil etme eğilimindeyiz.  Çünkü düşüncenin kendisi, -bilinemez oluşundan- bu hayatta en çok korkutan şey bizi...

BİLİMİN GÖZÜNDEN DİNİ OKUMAK

Bu denemede bilimle kastetilen Modern Bilim’dir. Deneme Sinan Canan hocanın - DİN BİLİM İLİŞKİSİ (TEDx) söyleşine tenkit mahiyetinde kaleme alınmış olup temeline dinin ve bilimin usul ilişkisini almaya çalışmaktadır. Söyleşi videosu:  https://youtu.be/cZpQvTQw0bs Bilim adamları dini nasları literal okuma eğilimindedirler. Sembolik okuma filozoflara özellikle de mistik filozoflara (meşşai filozoflar yahut Mutasavvıflara-İbn Arabi gibi) aittir.  Çünkü bilim, fenomen okumak için bir usül sunar; numeni okumak bilimin usülü içinde yer almaz.  Çünkü bilim (18. Yüzyıl sonrası bilim), ya numeni (ontolojik bir kabul) ya da numen bilginin imkanını (epistemik) yok sayar. Dolayısıyla pozitivist bir anlayışla vücuda gelen bilim, numeni fenomene uydurarak yani literal okur. Oysa aynı bilim, linguistik ve filoloji çalışmalarında okumaların dönemine ve muhatabına göre yapılmalarını da tembihler. (Dolayısıyla bir bilim adamının dini, 21. Yüzyıldan, 21. Yüzyılın anlayışıyla okuması hatalıd...